Türkiye, ekonomisinin en sağlam yönlerinden biri olan sanayisini kaybedebilir mi? Evet. Sanayisizleşme tüm gelişmekte olan ülkeler için bir risk. Ama bugün Türkiye özelinde yaşanan küresel teknolojik gelişmeler, sanayisizleşme riskini daha da artıyor.
Ülkeler zenginleştikçe sanayinin toplam üretimdeki payı azalır. Hizmet sektörü sanayinin yerini alır. Ancak Harvard Üniversitesi’nden Dani Rodrik’in araştırmalarına göre, son zamanlarda gelişmekte olan ekonomiler için sanayisizleşme normalden erken başlıyor. Örnek vermek gerekirse Almanya’da sanayinin ekonomideki payı 1970’te zirveye geldiğinde, kişi başına milli gelir 11 bin dolardı ve sanayinin payı %35’ti. Daha sonra Almanya’da hizmet sektörünün büyüme hızı sanayiyi geçti. Brezilya’da sanayisizleşme 1986’da %17 ile 5 bin dolar seviyesinde başladı. Hindistan’da ise 2002’de %12’yle 2000 dolar seviyesinde oldu.
Oysa sanayide yaşanan dijitalleşme trendi, bu trendi yakalayamayan ülkelerde sanayisizleşmenin daha da hızlanmasına sebep olabilir. GE geçen yıl açıkladığı bir rapordaönümüzdeki yıllarda sanayi üretiminin geleceğini şekillendirecek trendlere dikkat çekmişti.
Gelin, bu trendlere ve Türkiye için oluşturduğu risklere bakalım:
(1) Gelişmiş üretim teknikleri: 3 boyutlu yazıcıların artan biçimde üretim süreçlerinde kullanılması ile üretimin küresel mimarisi değişecek. 3B yazıcıları bugüne kadar ağırlıklı olarak prototip çıkarmakta kullanıyorduk. Oysa 3B yazıcılar gittikçe üretim sürecinde torna tezgahlarının yerini almaya başlıyor. Bu ise üretimde ölçeğin öneminin azalması demek. Ölçek önemini yitirince sanayi, ARGE yapılangelişmiş ülkelere veya geniş pazarlara (Çin, Hindistan) yakın yerlere taşınabilir. Bu trend Türkiye için önemli bir risk. Türkiye’nin zaten dar olan ihracat menzili son yıllarda daha da daralıyor. TEPAV’ın araştırmasına göre, 2001’de ortalama 3235 km olan ihracat menzilimiz, 2011’de 2846 km’ye indi. Oysa rakiplerimiz hedeflerini büyütüyor. Mesela Meksika’nın menzili bu süreçte 3798 km’den 4574 km’ye çıktı. Benzer durum Çin, Brezilya ve Kore için de geçerli.
(2) Küresel beyin: Otomasyon teknolojileri ve bulut bilişim sayesinde bir işi birçok parçaya ayırıp birçok farklı yerde yapmak mümkün hale geldi. Bu da alışık olduğumuz çalışma rutinlerinin değişmesi demek. Bugüne kadarki teknolojik gelişmeler hep niteliksiz işgücünü vurmuştu. Bugün nitelikli işgücü de yeni çalışma biçimine adapte olmak zorunda. Mühendislikten doktorluğa kadar birçok yüksek nitelikli beceri gerektiren meslekte esneklik ön plana çıkacak. Bu ise yeni beceriler edinme konusunda yeteri kadar esnek olmayan Türk işgücü için risk. UBS, bu sene Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında ülkelerin yine Dünya Ekonomik Forumu verilerine dayanarak bu yeni döneme hazırlık seviyesini ölçen bir rapor yayınladı. Türkiye’nin farklı kategoriler arasında en zayıf olduğu alan işgücünün esnekliği. Bu alanda dünyada 127. sıradayız. Malezya 19, Polonya 81. sırada.
(3) Sanayi İnterneti: Son ve belki de en belirleyici trend ise makinelerin birbiriyle konuşabilmesi. Endüstriyel İnternet sayesinde makinelerden gelen veri bulutta birleştiriliyor, büyük veri metotlarıyla analiz ediliyor, beraber çalışan makineleri optimize edecek yazılım çözümleri üretilebiliyor. Bir benzetme yaparsak, dijital sanayide veri yakıt, büyük veri analiz kapasitesi de motor haline geliyor. Böylece tüm tedarik zincirinin hammaddeden son müşteriye kadar dijitalleşmesi ve üretim süreçlerinin hem tedarikçilerden hem müşterilerden gelecek verilere göre gerçek zamanlı olarak optimize edilmesi mümkün. Eğer Türkiye bu verimliliği yakalayamazsa zaten çok küçük marjla çalışan birçok firmanın rekabet avantajı ortadan kalkacak. TÜSİAD’ın geçen hafta açıkladığı rapora göre Almanya – Türkiye arasındaki ortalama %20 maliyet farkı %5’e kadar inebilir. Ayrıca dijitalleşen tedarik zincirlerine uyum sağlayamayan Türk şirketleri sistemin dışına itilebilir.